Benden banane...

Buraya yazılanlar şiir değildir, pesimist bir ölümlünün med cezirlerini alt alta anlatma şeklidir. He! Olur ya bazen karşınıza yanlışlıkla bir ahenk çıkar ya da bir kafiye, bir imge, bağışlayın! Tesadüftür.

Name:
Location: Türkiye

Murat Makara hayatını sanat yönetmeni olarak kazanır, yıllardır karikatür çizer, şiir yazar (eskisi kadar olmasa da), okur (10 yıl öncesi kadar olmasa da), düşünür (camus kadar olmasa da)...

Friday, May 26, 2006

İstanbul

Sislenen kent milyonlarca umutsuzu
silkeleyip uyandırır saat 6.30 sularında
martıları yorgun balıkçıları umutsuz bu deniz
vapur yolcularına sahte bir gülümseyişle günaydın der
bir garson gibi bıkkınlığını saklayarak hizmet eder

Sevmediği bir yemeğin
ağzına tıkıştırılması gibi bir çocuğun
tıka basa doludur Topkapı-Beşiktaş otobüsü
Karaköy durağına dek zor dayanır ve kusar içini

Bu şehir kadındır
kindarlığı iş edinmiştir kendine
güçlünün yanında, mazlumun tepesindedir
her gün iki otobüs dolusu polisi
severek ağırlar meydanları
bir sokak çocuğunu soğuktan korumayı istemez ama
uğursuzlukları salmak varken üstüne

Dişlerimi sıkarak dolaşıyorum bu şehri yıllardır
aşkı ehlileştiren, hep aynı bakan
merhameti ve isyanı hep birilerinden bekleyen
bu insanlar çoğalıyorlar
biri olmasa biri mutlak tamamlıyor yap bozu

Kaç kalbi kırık, kaç düşleri parçalanmış
kaç git bu şehirden
bırak rızkını, denizi olmasa dakka durmam yalanını
Kadıköy rıhtımını, Cadde-i Kebir’i bırak git
farkında değil misin? o görmemek denilen
o duymamak, söylememek denilen cinnet seni de alıyor kollarına
İstanbul oluyorsun.

Sokakları damarların olmaya başladığında
sevdiğini tak koluna git buralardan
ne bir vapurla göz göze gel
ne Taksim’e bir selam gönder
bilmenle gitmen bir olsun
bırak bu şehrin şiirini başkaları yazsın.

MURAT MAKARA

Neyse...

"'neyse' demek iyidir, 'bu da geçer' demek gibidir, geçmez, herkes bilir geçmediğini, geçmiş gibi yapılır. bazen 'gibi yapmak' da iyidir, bazen öyledir, bazen geçer, hiçbir zaman geçmez. insan 'neyse' demeyi hayli geç öğrenir, belki de geç değildir, tam vaktindedir. kimi bunda bir olgunluk bulsa da, bulunan şey zorunluluktan başka bir şey değildir. uzatacak ne var, insan 'neyse' demeye başladığında, 'ne sabahtır bu mavilik ne akşam' duygusunun da, yavaş yavaş ondan geçtiğini kabul etmeye de başlamış demektir. ikindinin akşam alacası dediğimiz o garip vakte değdiği yerdedir. hiçbir şey 'neyse' demenin niye bunca dokunaklı olduğunu o ıssızlık anı kadar iyi anlatamaz.
sizin de 'neyse' demekten, 'peki' demekten yorulduğunuz olmuyor mu? 'neyse' demenin, sanki her şeyi, herkesi, hayatı bağışlıyormuş gibi görünen, oysa unutmaktan, sineye çekmekten, uzaklaşmaktan başka bir şey olmayan kolaycılığı ağır gelmiyor mu? insan, ne kendini bağışlıyor gerçekte, ne de bir başkası gibi gelen hayatı, yalnızca unutmayı seçiyor. unutma! unutarak yaşayabilirsin diyor, içimizde varsa bir ses, belki de yaşarsan unutursun. unutarak yaşamak: 'neyse' demek mi? her şeyi unutmak, kendini de unutmak için. geri alıyorum söylediğimi, 'neyse' demek 'bu da geçer ya hu' demek değil, kimse beni hatırlamasın, ben kendimi çoktan unuttum demek.
çok yorgunum hatırlamaktan demek, belki de başka hiçbir şey dememek. attila ilhan'ın dediği gibi: "insan bir akşamüstü ansızın yorulur/ tutsak ustura ağzında yaşamaktan" demek. yazı da yorar bazen insanı, 'neyse' diye yazmak bile ağır gelir, kelimeler eline gelmez olur, 'nasip' diye baktığın kelimeler bile gönülsüz, uzak durur yazıya. (bakınız: 'neyse' adlı bu yazı.)
yalnızca yazı mı, şiir de yorar, şiir de yorulur, hiç başlanmamış, yarım kalmış şiirlerden söz etmiyorum, onlara heves yetmemiştir ya da heves o kadardır. şu tamamlanmış gibi duran, yayımlanmaya hazır, hatta yayımlanmış şiirler de bazen 'neyse' yorgunluğunu taşır. tomris uyar'ın unutulmaz hikâyesi 'metal yorgunluğu'nu okuduysanız, beni daha iyi anlarsınız. uçakların yorgunluğunu anlatmak için kullanılan bu deyimden, insanın düşmesini, kelimelerin düşmesini de anlayabilirsiniz. metal yorgunluğu sürtünmeden kaynaklanıyorsa, insanın yorgunluğu da karşılaşmaktan, çarpışmaktan, kelimelerin yorgunluğu, insanın acısını alır diye, ağır cümlelere, dizelere bir teselli olarak yerleştirilmekten neden kaynaklanmasın? 'neyse' diye başlayan bir yazı ne anlatabilir?
'neyse' diye bir yazıyı okuyan bunda ne bulabilir? 'neyse' diye yazan, yazmış bulunmakla kurtulabilir mi bu duygudan? 'neyse' diye yazmanın ne faydası var? hiç. şimdi 'neyse' demek iyi midir? isterseniz iyi olsun, biri 'hiç' diye, biri 'terörist' diye öldürülen iki çocuğun henüz sıcak gözleri üstümüzdeyken...
burası da kalbin, vicdanın, hiç yorulmasını beklemediğimiz şeylerin yorulduğu yerdir, insan hatırlamaktan, hatırlatmaktan yorulur.
belki bu yazıyı unutmak en iyisi, ben unutmaya hazırım, isterseniz siz de unutun. kelimeler beni bağışlasın, cümleler özrümü kabul etsin, siz de üzerinde durmayıp 'neyse' derseniz... 'hali pür melal'im anlaşılmş olur: insan bazen en çok kendinden yorulur!"

HAYDAR ERGÜLEN